Yenileniyoruz... Tüm verilere ulaşamayabilirsiniz.

Değerli dostlar,

Çoğu zaman; kitaplarımı okuyan, şarkılarımı dinleyen dostlarla konuşmak, yazışmak, görüş alışverişinde bulunmak ihtiyacı içine giriyorum. Düşünceleriniz benim için yol işaretleri değeri taşıyor. Ne var ki insan hayatının fiziki sınırlamaları, zaman baskısı gibi kimi nedenler böyle birebir karşılaşmaları engelliyor. Ancak bu sayfada, web sitesinde ve farklı sosyal medya alanlarında buluşabiliyoruz.
Bu nedenle zaman zaman sizlere buradan seslenmek ve düşüncelerimi iletmek istiyorum.
Herşeyden önce bu facebook ve twitter hesaplarını gönüllü olarak yöneten, katkıda bulunan arkadaşlara ve ilgi gösteren sizlere gönülden bir teşekkür borcum var.
İkinci teşekkürüm de okurlara.
Konstantiniyye Oteli’ni de diğer kitaplarım gibi benimsemiş olmanız benim için çok değerli. Çünkü bu romanlar sizin için yazılıyor, deyim yerindeyse ‘’büyük jüri’’ olarak sizin beğeninize sunuluyor.
Romanların, konusuna ve anlattığı kişilere göre biçimlendiğine inanırım ben. Örneğin Serenad eski zamanlarda geçen bir sevda hikayesine odaklandığı için anlatım biçimi daha yumuşaktı. Leyla’nın Evi de öyleydi. Kardeşimin Hikayesi, tamamen psikolojik ögelere hatta şizofreniye dayalı bir romandı, bu yüzden sayıklar gibi bir yazma yöntemi kullanılmıştı.
Konstantiniyye Oteli ise bir büyük şehrin acımasızlığını ve yozlaşmasını anlatıyor. Bu arada acı çeken insanları da gözden kaçırmıyor elbette. Bu nedenle romanın üslubu biraz daha sert ve İstanbul adını verdiğimiz devin başdöndürücü ritminden ve çeşitliliğinden payını alıyor.
Zaten gelen güzel yorumlarınız, romanı hakkıyla değerlendiren çok nitelikli bir okur kitlesine sahip olduğumuzu göstermekte. (Edebi ve Ebedi Gölgeler’e, yani yazarların takma adlarına dair yorumlarınızı da beklemekteyim. O adların kimlere ait olduğunu kolayca bulabilirsiniz. Ben şimdilik Asım Us’un Mustafa Kemal, Orhan Selim’in Nazım Hikmet, Üsküplü Agah’ın Yahya Kemal ve Ali Kaptanoğlu’nun Attila İlhan olduğu kopyasını vereyim.)
Xxx
Kitapla ilgili birkaç konuya daha değinmek istiyorum. Bunların başında fiyat geliyor. İnanın ki kitap yayınlarken en çok canımı yakan ve yayınevleriyle sürekli olarak tartıştığım konu bu. Keşke başka bir düzende yaşıyor olsaydık da kitaplar okura çok ucuza sunulabilseydi. Ama ben yayınevlerine fiyatı ucuzlatmaları için taleplerde bulununca, bir miktar etkili olabiliyorum ama onlar da haklı olarak, kağıt, matbaa, grafiker, çalışanlar, reklam-tanıtım masrafları, dağıtıcı-kitapçı karları, nakliye, KDV ve diğer vergiler gibi gibi akıl almaz yükseklikteki giderleri önüme koyuyorlar. Yine de 500 sayfaya yakın olan Konstantiniyye Oteli’ni nisbeten makul bir fiyatla çıkardılar.
Kitap, batıdaki gibi sert kapak-kalın kağıt (hardcover) ve yumuşak kapak-ince kağıt (paperback) anlayışıyla iki türlü sunuldu. İnce kağıt kullanımın sebebi, yaz okumalarında kitapların çantaya hatta cebe sığabilmesiydi.
Xxx
Önemli bir nokta da imza günleri. Pazar günü Kanyon DR’de düzenlenen imza gününde çok uzun kuyruklar oluşmasına hem sevindim hem üzüldüm. Sevinmiş olmamın nedeni anlaşılabilir, gelelim üzüntüye. Oraya gelen okurlarım kuyruğa girip saatlerce bekliyor, sırası geldiğinde de birkaç kelime konuşmak, kitabını imzalatmak ve resim çektirmek istiyor. Ben de bunu istiyorum doğrusu. Okurlarımı tanımak çok hoş bir duygu uyandırıyor. Ama imzaya başladıktan birkaç saat sonra yetkililer gelip, daha sırada üçyüz kişi var dedikleri zaman insanı bir panik kaplıyor. Kimseyi geri çevirmemek için hızlanmaya çalışıyorsunuz; bu yüzden sadece imza atıp resim çektirmekle yetinmek zorunda kalıyorsunuz. Bu arada akrobasi yaparak hem okurunuzla el sıkışmak, bazen sarılmak, hem bir iki kelime etmek, hem kitabı imzalamak, hem de ojektife bakmak gibi birçok işi aynı anda başarmak için çırpınıyorsunuz. Dört-beş saat böyle geçiyor. Bu yüzden imza günlerinde yeteri kadar konuşamadığımız, vakit ayıramadığım sevgili okurlarımdan özür dilerim. Sizlerin bu anlayışıyla, kuyrukta bekleyen hiçkimseyi geri çevirmek kabalığına düşmüyoruz.
Bugünkü dertleşmemizi sonlandırırken, siz değerli okurlara mutlu, aydınlık ve özgür günler diliyorum.
Bunun da yolu 7 Haziran’da hepimizin sandık başına gitmesinden geçiyor. Hadi silkeleyelim.
Yürekten sevgilerle

Zülfü Livaneli
25.05.2015

Spread the word. Share this post!