Yenileniyoruz... Tüm verilere ulaşamayabilirsiniz.

Aynaroz’da Fatih fermanı

Aynaroz’da Simonopetra manastırı o kadar yüksek ki şato biçimindeki binayı çepeçevre dönen balkona çıktığınız zaman nefesiniz kesiliyor. Aşağıda kuşların uçtuğunu, daha da aşağıda köpük köpük bir denizin kayalarda patladığını görüyorsunuz. Kuşların uçuşunu sırtlarından seyretmek çok ilginç doğrusu. Bu manastırın görünüşü gibi rahipleri de biraz yaban. Odalarımızı gösteriyorlar ama hiç kimse konuşmuyor bizim gibi Müslüman konuklarla. Neyse ki akşamüstü cübbesinin eteklerini savura savura gelen, güler yüzlü rahip Porfirio yetişiyor imdadımıza. Yunanca yayınlanan “Engereğin Gözündeki Kamaşma romanımı o gün bitirmiş ve kendi kendine “Keşke bu adamı görebilsem de aklımdaki soruları sorabilsem” demiş. Aynı gün bizim dağ başında belirişimizi küçük bir mucize olarak yorumladığı için çok heyecanlı. Bizleri alıp yedi kat aşağıya, kayanın içine oyulmuş kütüphaneye götürüyor. Yüz bin değerli kitap Danimarka malı “space saver” denilen sistemle korunuyor. “Gülün Adı” romanını hatırlamamız üzerine Umberto Eco’nun da oraya geldiğini söylüyor. Sonra bizi kutsal emanetlerin sergilendiği bölüme sokuyor. Eski ikonalar, el yazısı İnciller derken, cam bir bölmenin ardında yeşil bir el ve Arap alfabesiyle yazılmış yazılar görüyoruz. Bizim padişah fermanlarına benziyor. Merak etmemiz üzerine Porfirio camı açıyor, tarihi belgeye dokunuyoruz. Çok güzel çizilmiş yeşil el, başka bir belgenin üzerine yapıştırılmış. Bunun ne olduğunu soruyoruz: “Hazreti Ömer’in Kudüs’teki Ortodokslara verdiği imtiyaz” diyor. “Peki buraya nasıl geldi?” “Mara Brankoviç” diyor.”O da kim?” “Fatih Sultan Mehmet’in üvey annesi. Brankoviç inanmış bir Ortodokstu ve Fatih analığını çok severdi. Mara Brankoviç Fatih’in şehzadeliği zamanında Aynaroz başrahibine haber gönderdi, şehzadenin Ortodoks dinine karşı çok hoşgörülü olduğunu ve şimdiden şefaat dilemelerinin yerinde olacağını söyledi. Bunun üzerine başrahip Fatih’i ziyaret edip şefaat diledi. O da padişah olunca Hazreti Ömer’in belgesini üzerine yapıştırıp bir ferman verdi. Bu ferman Aynaroz’u 500 yıl korudu. “Hikâyeyi hayretle dinliyor ve fermanı hayranlıkla seyrediyoruz. Aynaroz’da geçen günlerin ardından aynı küçük vapur bizi limana bıraktığında, başka bir dünyadan gelmiş gibi hissediyoruz kendimizi. Gördüğümüz ilk kadına şaşkınlıkla bakıyoruz. Günlerce etkisinden kurtulamıyoruz Aynaroz’un. Şimdi Avrupa Birliği’nde büyük bir mücadele devam etmekte. Yunanlı bir kadın parlamenter Aynaroz’a girebilme kavgası veriyor. Zamanında Kültür Bakanı Melina Mercuri de çok uğraşmış ve girememişti. Bakalım ne olacak! Biliyorum; şimdi Meryem Ana’nın da kadın olduğunu söyleyeceksiniz. Biz de bunu söyledik ve gece gündüz Meryem tasvirlerine ibadet etmelerinin sebebini sorduk. Anladığımız kadarıyla o toprakların Bakire Meryem’den başka bir kadına ait olmasına razı değil gönülleri. Bunun için hiçbir kadını sokmuyorlar. Dişi hayvanı bile.

Zülfü Livaneli, 25.01.2003

Spread the word. Share this post!