Yenileniyoruz... Tüm verilere ulaşamayabilirsiniz.

Besteler Üzerine Birkaç Söz

resfot05Bestecilik dünyanın en zevkli uğraşlarından birisi. Bir odada yapayalnızken, bir enstrümanın üzerine eğilerek ezgiler oluşturmanın tadı dünyada hiçbir şeyle ölçülemez. Hele bu bestelerin kitlelere ulaştığını, yüzbinlerce kişinin hep bir ağızdan söylediğini görmek bir besteci için sevinçlerin en büyüğüdür. Ben şanslı besteciler arasında sayıyorum kendimi. Stockholm’deki yalnız yıllarımda, evimin yanındaki karlı ormanda dolaşarak oluşturduğum ‘Karlı Kayın Ormanı’, Paris’te bir akşamüstü bestelediğim ‘Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’ ve bunun gibi bir çok beste hem kitlelerin yüreğinde yer tuttu, hem de dünyanın çeşitli yörelerinde çok büyük solistler tarafından ayrı dillerde okundu. Kendimi hiçbir zaman sadece yorumcu olarak görmedim: Bir ses sanatçısı değilim ben. Kendi bestelerimi, bir de müthiş geleneğimizden seçtiğim bazı deyişleri seslendiriyorum. Ne yazık ki Türkiye’de besteci ve yorumcu ayrımı pek fazla yapılmaz.

Bir bestenin kalitesi nasıl anlaşılır? Yaygınlık bu işteki tek ölçü müdür? Elbette hayır! Bir bestenin en büyük sınavı zamandır. Eğer beste yıllara dayanabiliyor, bestelendikten 20-30 yıl sonra hala söyleniyor, hele kuşaktan kuşağa aktarılıyorsa sınavı geçmiş demektir. Son yıllardaki konserlerimde, bestelerimi söyleyen gençleri görünce içimin ısındığını itiraf etmeliyim. Çünkü bu parçalar bestelendiğinde, o gençler daha doğmamıştı. Zaman içinde bu besteler benim olmaktan çıktı, halkın malı haline dönüştü. Bu da beni sevindiren bir başka gelişme.

Bu türkülerle insanlar sevindi, hüzünlendi, ağladı, nişanlandı, evlendi, ölülerini andı. Dolayısıyla ezgiler yaşamlarının bir parçası haline geldi. Babalarının ölüm yıldönümünde mezar başına gidip onun en çok sevdiği besteyi söyleyen ailelerle karşılaştım. ‘Karlı Kayın Ormanı’ ile aşk ilan edenleri dinledim. Sevgili Uğur Mumcu’nun çok sevdiği ‘Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’un, onun trajik ölümüyle birlikte Uğur Mumcu ağıdı haline dönüşmesini yaşadım. ‘Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi’ şiirimin onun adıyla özdeşleşmesi onuruna tanık oldum. ‘Memik Oğlan’la ağlayanları, ‘Güneş Topla Benim için’ ile coşanları gözledim. Zeki Müren’den Maria Farandouri’ye, Sezen Aksu’dan Joan Baez’e, İbrahim Tatlıses’ten Udo Lindenberg’e, Kibariye’den Liesbeth List’e kadar çok geniş bir solist yelpazesinden şarkılarımı dinleme mutluluğuna eriştim. İstanbul, Ankara, Bodrum, Atina, Rodos, Lizbon, Barselona müzikhollerinde şarkılarıma rastladım. Bir bestenin dağdaki çobanla, kentteki profesörü aynı duyguda birleştirmesine tanık oldum. Bu ezgilerin yaşaması, ben öldükten sonra da devam etmesi en büyük dileğim. Bir halkın türkü dağarcığına birkaç ezgi eklemek onurların en büyüğüdür.

Yıllardır, konservatuar öğrencilerinin, yabancı müzisyenlerin, müzikhollerde türkü söyleyen arkadaşların, nota istekleriyle karşılaşırım. Elinizdeki seçki, isteyen kişinin ezgileri doğru armonilerle seslendirmesine yardımcı olma amacını güdüyor.

Emeği geçenlere ve en başta kardeşim Ferhat’a teşekkür ederim.
Zülfü Livaneli
İstanbul, Ocak 1998.

İkimiz Arasında Paralellik Var

220px-Mikis2004“Benim Yunan müziğinde yaptığımı, Livaneli Türk müziğinde yapıyor.İkimiz arasında bir paralellik var. Şöyle ki: Türk müziğinin ruhunu alıyor, ona kendi kişiliğini katıyor, Türk halk müziğinin, yerel müziğin renklerini, tatlarını alıp bunları armonik bir yapıda geliştiriyor. Türk ve Yunan müziğinin kökeninde çok ortak yanlar var. Zülfü bu kökleri, melodisiyle, çalgısıyla yani sazıyla, ritmiyle, tipik Türk olan bir biçimde,yani bizde olmayan Doğu gizemiyle, Anadolu tadıyla, bizde eksik olan ağırbaşlılık ve sevimliliğiyle yoğuruyor. Bu bileşimde bir ulusun geleneğini ve o geleneğin kıvancını açıklıyor. Her yıl Pire’de Yunan müziğini etkileyen besteciler festivali yapılır. Ve bu festivale yalnız Yunanlı besteciler çağırılır.Bunu bildiğim halde bu festivale Zülfü’yü de çağırdım. Hepimiz onu ‘bizden’ sayıyoruz.”

Mikis Theodorakis
Milliyet, 11 Aralık 1986 Zeynep Oral’ın “Yürekteki Barış, Türküdeki Barış” dizisinden.

Livaneli ve Müziği

images (4)“Pitagor, Samos Adası ndan Anadolu’ya geçip Milas’ta lonia düşünürleri ile buluştu. Ona göre gökyüzünün sırrı sayılarda ve notalardaydı. Ona göre çalgı dünyanın ve insanın yorumu değil, özü ta kendisiydi. (Matematik de öyle. Ne var ki sessiz bir müzik sayılır matematik.) ‘Us’tan başka bir de coşku vardı Anadolu’da. Deli dolu Trakyalı Orfeos’un yandaşları bir de Güneyden gelen Dionisos horon tepmiş, naralar atmış, kendilerinden geçmişlerdi. Bugüne dek coşku ile ’us’un karmalarını aramış durmuştur Anadolu insanı: Bütüncü uyum, döngülerin müziği, paylaşılmış bir yaşam sevinci ya da kederi. Anadolu’da ve dünyada mutlu bir çağ değildi 13’üncü yüzyıl. N’olursa olsun Celalettin Rumi şöyle demişti:
‘Yeni görmekle elem ve utanç kalkar
insan her dem yeniden yeniye coşar’
13’üncü yüzyılda derviş Yunus Emre de aynı şeyleri söyler:
‘Yeni subh-u yeni akşam yeni hal
Yeni devran yeni dem yeni visal’
13’üncü yüzyılda Sultan Velet de coşmuştu:
‘Deli bigi ırlaruvam terlela terlela!’

Livaneli’nin müziğinde bugün, sanki bu eski coşkunun, yenilik tutkusunun yankısı var. 20’nci yüzyıl üstün bir hıza geçmenin çağı. Müzik geri kalabilir miydi? Ses patlamaları, polifonik örgünün çarpıcı gücü, elektronik araçların ses simyası, yeni ritimlerin esrikliği, çağdaş genç müziğin kimliğini oluşturuyor. Livaneli, çok eskilerden hız alıp çok yenilere ulaşanlar, dünyaya açılanlar, geleceğin kapılarını zorlayanlar arasında, ilk safta.”

Abidin Dino
Paris, 1983

Çağın Ustası

fft81_mf3192325Bir türkü kırk bin yıl su altında kalıp arınmış bir çakıl taşı gibidir. Büyük halk kitleleri türkülerini yüzyıllar ötesinden alıp işleye işleye, süreler üstünden aşıra aşıra günümüze getirmiştir. Türküyü her insan söyler, her insan söylerken de türküyü kendince bir kere daha yaratır. Türkü insanlığın kanında olan, insanoğlunun kanıyla yaratılan bir sanat yapıtıdır. Yüzyıllar boyunca halkla birlikte büyük ustalar da damgalarını, kişiliklerini, türkülere vururlar. Yüzyıllar boyu yıkana yıkana gelmiş türküye kişiliklerini katıp, ona yeni bir biçim verirler. Bölgeler, iklimler, koşullar da büyük ustalarla birlikte coğrafyalar da onlarla birlikte türküyü kendilerine, kişiliklerine uydururlar. Bu türkünün zenginleşmesidir.

Türküleri bize yüzyıllar, milyonlarca insanın emeği, tadıyla, yaratmasıyla getirir. Her çağ da türkülere kendi özelliğini katar. Bu türkülerin, insanlığın yasasıdır. Bizim türkülerimiz daha halkın dilinde, elindedir. Çağımızın dünyası, halkın büyük ustalarının dışında türkülerle pek öyle uğraşacak zamanı bulmamıştır. Sömürü dünyası bütün insanlıkla birlikte türküleri de yozlaştırma çabasında. Elinde de bu işleri yapabilecek sonsuz olanaklar var. Ama türküler insanlığın kanındadır, onları kimse kolay kolay yozlaştıramaz. Sömürücü güçlerin bütün yasalarından, insanlığın kanına sinmiş, kanından doğmuş türküler daha güçlü, daha yaratıcıdır. İnsanlık türkülerini yaratmakta devam edecektir. Doğal kalmış, yabancılaşmamış her insan kendince insanlığın türkülerini yaratacaktır.

Ve bu insanlığın içinden sivrilmiş Zülfü Livaneli gibi çağın ustaları da insanlığın türkülerini sürdürmeleri için onlara yardımcı olacaklardır. Zülfü Livaneli büyük halk gibi, halk ustaları gibi türküyü kanıyla, yüreğiyle söyler. Bir gün yüreği dört okka Zülfü Livaneli’lerle birlikte tekmil halkımız, sağlıklı bir ortamda türkülerimizi büyütecek, söyleyecek, zenginleştirecektir Zülfü’nün güzel, yürekten, kanından gelen usta sesi halkımızın, insanlığımızın sesidir.

Hep Zülfü’nün yorumlarından söz ettim. Elbette yorumlar da yaratıdır ve yorumcular da yaratıcılardır. Ancak Zülfü’nün öteki önemli yanından söz etmek gerek: Daha usta, gerçek ve öz yaratıcılığından. Zülfü bir türküler yorumcusu olduğu kadar besteler yaratıcısı, ustasıdır da… Zülfü’nün bu yönü, yorumculuğundan çok daha önemlidir. O, çağımızın özgün müziğini yaratanlardan birisidir. Bir “Yiğidim Aslanım”, bir “Karlı Kayın Ormanı”, bir “Leylim Ley” çağımızın kalıcı, özgün yapıtlarındandır. Çok ilginçtir ki bu yapıtlar söylendiği her ülkede halkın diline düşüveriyor ve halklar bu yapıtları kendilerininmiş gibi hiç yadırgamadan söylüyorlar. Çünkü onun bu yaratıları çok derinlerden, halklardan geliyor; yani büyük ustaların, klasiklerin geldiği yerden…

Yaşar Kemal
İstanbul, 13.12.1997

Böyle insanlar hep anılacak

indirUluslararası üne sahip sanatçı Zülfü Livaneli’nin konuğu olarak Türkiye’ye gelen Theodorakis, Ege’nin iki yakasında barış rüzgârları estirdi…. TRT Theodorakis’i Turkiye’ye çağıran sanatçı Zülfü Livaneli’nin değil sesini duyurmak, görüntüsünü bile ekranlara yansıtmamak için büyük özen gösteriyor. Oysa Atina televizyonu Livaneli’nin konserini canlı yayın olarak veriyor. Livaneli’ye bütün Batı televizyonları açık, Türk televizyonu ise yasaktır. Dünya uluslar ailesinin eşit haklara sahip onurlu bir üyesi olarak, bu onuru, evrensel kültür okyanuslarında ulusal kültürümüz ile paylaşmak istiyor muyuz, istemiyor muyuz? İstiyorsak; Hoca Nasrettin ile… Pir Sultan Abdal ile… Nazım Hikmet ile… Yaşar Kemal ile… Aziz Nesin ile… Zülfü Livaneli ile… Timur Selçuk ile… Abidin Dino ile… Avni Arbaş ile övünmeyi bilmeliyiz. Gidin sorun Paris’te… Roma’da… Berlin’de… New York’ta… Madrid’te… Dünyanın neresinde olursa olsun sorun bakalım, Türk sanatçısı kim? Yazarı kim? Ressamı kim? Bestecisi kim? Ozanların ozanı Nazım Hikmet’in dediği gibi “Türküler söylendikçe Türk diliyle / Seni seviyorum gülüm dendikçe, Türk diliyle/ Türk diliyle gülünüp, Türk diliyle ağıtlar yakıldıkça” böyle insanlar hep anılacak… Yasak konulsa da, TRT ekranları kapansa da halk okuyacak, halk dinleyecek, halk sevecek, halk izleyecek bu sanatçıları!

Uğur Mumcu
Cumhuriyet, “Gözlem”, 2 Aralık 1986

Livaneli müziğinin kudreti

A-283280-1210846511.jpegLivaneli’de ilk beğendiğim şey, yaptığı işin kalitesi oldu. Politik de olsa, kalite iyi olmadı mı, demagoji yapmaya benzer ki kesinlikle bundan yana değilim. Benim için eserin bir sanat eseri olması şarttır. Sanat eseri olursa eser kendiliğinden konuşur, nutuk atmaya gerek yoktur. Zülfü’nün bazı bestelerinde Yunan müziği ile benzerlikler görebilirsiniz. Çünkü Livaneli folklorcu değil, çağdaş bir bestecidir. Thedorakis’in yaptığı gibi gelenekten etkiler alır. Theodorakis’in gelenekten ve halk şarkılarından etkilenmesi gibi. Zülfü’nün asıl etkisi müziğinde belli oluyor, o müziğin kuvveti ve kudretinde… Herhangi bir Türk’ü alabilirsin ama şarkısı bir şey söylemiyorsa, her duyarlı insan ‘İyi, pekiyi ama şarkı işe yaramaz!’ der. Zülfü ile böyle olmadı. Zülfü’nün müzikal kudreti her şeyden baskın çıktı.

Maria Farandouri
Cumhuriyet, 11 Mart 1982

Direnç ve umutları bileyen müzik

indir (1)Anadolu’nun bir ritmi var. İnsanı, toprağı, suları, rüzgârı, ekinlerin, ağaçların ve çocukların büyüyüşü ile ilgili bir ritim bu. Coğu kimsenin, çoğu kez farkına varmadığı, içimizde yüreğimizdeki bam telinin bas seslerine vurduğu için günün çığlıkları arasında kaybolan bir ritim. Bu yüzden belki varlığını da tartışanlar çıkar. Gizemli bir olaydan mı söz açıyorum? Değil. Acık deniz kıyısında oturanlar, denizin vuruşlarını bir sure sonra işitmez olurlar. Bizim acık denizimizdir Anadolu. Vuruşlarını yüzyıllardır dinliyoruz. Zülfü Livaneli’nin müziği, bana yeniden bu kıyıları, bu denizi getirdi. Çoğu kez şu saz dediğimiz çalgıya gerçek bir müzik aracı gibi bakmayız. İçli dışlı olsak bile. Sanki belirli durumlarda dinlenebilirmiş, sanki yanında güçlü sözler olmazsa işe yaramazmış gibi. Çağdaş bir çalgı gibi değil, bir folklor ögesi gibi bakarız ona. Olanakları sınırlı diye düşünürüz. Livaneli, sazın bir çalgı olarak ne denli güçlü ve çağdaş kılınabileceğini gösteriyor. Doğrusu ben, bizim kimi müzisyenlerden de kuşkuluyum. Geçmiş yıllarda Avrupa’da bir icracımızı tanımıştım. Günde en az on saat çalışıyor, bestecilerden J.S. Bach’ı, yazarlardan Barbara Cartland’ı, şairlerden Orhan Veli’yi, artistlerden de menekşe gözlü Elizabeth Taylor’u beğeniyordu. Niçin bir Türk sanatçısıydı ve cağında neyin tanığıydı bilmiyorum. Yaşamda ve toplumda olup biten hiçbir şeyle ilgili değildi. Repetition’lar, turneler, konserler, elçilik resepsiyonları ve Ankara dedikoduları arasında geçip gidiyordu yaşamı. Zülfü Livaneli’yi yıllar önce tanıdım. Hem de müzikle ilgili olarak değil. Zor günler geliyordu. Bırakın sanatı, azıcık düşünen kimseye yaşama hakkı tanımak istemeyen zorba ve kanlı günler. O günlerin görüntüleri arasında, sesini ilk kez dinlediğim Zülfü’nün ağıtları var. Çok genç, temiz yüzlü, efendi bir çocuktu. Bir müzisyenden çok düzenli, tertipli bir öğrenciyi andırıyordu. Sonra uzun gurbet yılları başladı. Sürgün de diyebilirsiniz buna. Ama çalışmalarını hep izledim. Filmlere yaptığı müziği, İsveç, Belçika, Almanya, Norveç TV ve radyolarındaki programları, tiyatro müziği çalışmalarını… 1974’te İsveç’te yapılan uzunçalar plağını bana yolladı. Sürüp giden baskılar arasında o plaktaki ses çok kişinin direnç ve umutlarını bilemiştir. “Şirin’in Düğünü” , “Otobüs” gibi filmlere, Yaşar Kemal’in Göteborg’da sahneye konan “Teneke”sine yaptığı müzikler ve plağı ona Avrupa’nın ilerici çevrelerinde haklı bir un kazandırdı. Ülkemizin, insanlarımızın demokratik mücadelesinin daha iyi tanınmasına yardımcı oldu.

Onat Kutlar
İstanbul, 1976

Yaratıdan vazgeçmeden

indir (2)Türkiye’de geleneksel temele dayanan popüler müzikal yaratım hareketi içinde önemli bir eğilim Livaneli’nin müziğiyle temsil edilmekte. Livaneli’nin başlangıç noktası için bir saptamada bulunmak gerekiyor: Dünyanın hemen her köşesinde elektro-akustik araçların gelişimi ses dünyasına yeni bir duyarlılık getirdi. Şarkıcıyla sazı arasında gerçekleşen ilk yüzleşmenin, yalın ya da kuru kaldığı söylenebilir. Âşıkların bağlamasına unutulmuş armonik ses potansiyelini tekrar kazandırmış olmasına ya da eskimiş makamları tekrar gündeme getirmesine rağmen, geleneklerle olan bu buluşma, müziğin dar çerçevede dinleyici bulma engelini aşmaya yetmiyordu. Livaneli, geleneksel müziğin armoni, ritim ve makam karakteristikleriyle ilgili araştırmalarına ara vermeden ve belirleyici melodik yapıyı derinlemesine inceleyerek ve tek bir bağlamadan, bir ‘kentet’e geçerek, enstrüman zenginliğini geliştirmeye yöneldi. Livaneli’nin müziği, küçük bir orkestral yapılanma sayesinde, mümkün olan bütün yumuşaklık ve coşkudan da yararlanarak, kitle duyarlığının kendini tanımlayabildiği bir düzeye ulaştı. Metinlerin içeriğine gelince; Livaneli’nin müziği Türk çağdaş şiirlerini olduğu kadar geleneksel popüler âşık şiirlerini de içeriyor. Başka bir deyişle Livaneli hareketi, geleneksel âşıklar çizgisinde ve 1970’lerde bunların siyasal girişim deneyimlerinin devamında yer alıyor. Bu müzik, egzotizm eksiği duyan bir burjuvazi tarafından da folklorizm olarak değerlendirilmeden, geniş dinleyici kitlesine ulaşmayı başarıyor. Bu acıdan Türk koy romanında ya da cağdaş şiirinde görülen toplu kültürel hareketle en iyi eklemlenenin Livaneli’nin müzik çalışmaları ve aldığı sonuçlar olduğu söylenebilir. Yorumdan ve yaratıdan vazgeçmeden gelenekten yararlanmak; toplumsal mücadelenin ve kimlik arayışındaki bir kültürün, yeni baştan yapılanması…

Altan Gökalp
Etnolog, Fransız Milli Araştırmalar
Merkezi Uzmanı
“Nice Üniversitesi-Modern ve Çağdaş Akdeniz İncelemeleri Merkezi” için hazırlanan makaleden bir bölüm

Dünyayı güzellik kurtaracak

2008-haberler-60931_d_hizlanLivaneli’nin yalnız yurt içinde değil, yurt dışında da tanınan ezgileri bizim sınırlarımızı aşıp ayrı ırk, ayrı dil, ayrı dinden kişilerin de beğeni dağarcıklarında yankılanıyor. Livaneli, Türk şiirinin ustalarının ürünlerini bestelemiş, onları kendi özgün müzik anlayışı içinde seslendirmiştir. Müziğimizin ve Anadolu’dan kentlere uzanan yaşamımızın müziğe ulaşan ezgileri Livaneli’nin kimi zaman sazında, kimi zaman sesinde, kimi zaman da hikâyelerinde bizi etkilemiştir. Geleneğin yaşayan yanını bulmak her sanatçının birincil görevidir bizce. Gelenekten bugüne kalan taze yanı bulma cabasını her sanatçı göstermelidir. Zülfü Livaneli bunu yapmıştır. Onun söylediklerinde bir bakarsınız Mazmahor’dan kalkan bir atlı, tespihiler çarşısında bir çırağa takılır durur: “Hasret hep bana, bana mı düşer usta?” Özlemler, yurt özlemi insanın içine bir burgu gibi girdiği zaman aklınıza gene onun bir bestesi gelir, İcarlar arasında birdenbire bir san sıcak sizi yakıverir. Basitlikten uzak, yalın müziğini birçok kişiye sevdirmiştir. Her plağında yaşamımızın ayrı bir tadını, ayrı bir yanını vererek tekdüzeliğe düşmemiştir. Çağdaş şiirimiz onun besteleriyle müzikseverlere, daha geniş yığınlara ulaşabilmiştir. Uzun sure yurt dışında kalan Livaneli, birçok filmin müziğini yapmış, yabancı sanatçılarla birlikte konserler vermiştir. Bütün bu çalışmalarda yurdunun müziğinin ve halkının özgün sesini unutmamış, onu dünyaya tanıtmıştır.

Doğan Hızlan
Hürriyet, “Bugün Pazar”

Dünya değişiyor, ben de

indir (3)Livaneli’nin “çıkışı” ve “yükselişi” , 70’li yılların ortalarına rastlar. Dokuzundayken eline aldığı sazı, kalıplaşmış sınırlar içinde değil, çok sesliliğe doğru, çağdaş yorumlarla ele alabileceğini “ keşfettiğinde” 19’undaydı. 0 gün bugün, sazı ve sözü dünya görüsüyle bütünledi.

Sazla sözü… Yani özle bicimi… Şöyle açıklayayım: Hani Sabahattin Ali’nin dillerden düşmeyen şarkıdaki dizesi var ya “aldırma gönül aldırma”… Bir şiir, bir dize bin bir turlu bestelenebilir. Biri besteler, “aldırma gönül” sözleri, “ boşver” anlamına gelir. Bir başkası, başka bir anlayışla besteler, aynı sözler “diren gönül, diren” anlamına gelir. İşte aradaki bu farkı ortaya koydu ve bizlere gösterdi Zülfü Livaneli. Bir elinde sazı, öteki elinde Yunus’un, Pir Sultan Abdal’ın, Karacaoğlan’ın, Nazım’ın, Fazıl Hüsnü’nün, Refik Durbaş’ın, Orhan Veli’nin, Gülten Akın’ın ve daha nicelerinin dizeleri, çıktığı yolculukta müziğini sürekli geliştirdi. Yalnız saza ve halk müziğine bağlı kalmadı. Kullandığı sözler, şiirler, müziğini biçimledi. Ondan bu “retrospektif” (dünden bugüne) konserlerde onu sazıyla, yaylı sazlar dörtlüsüyle ve bir orkestrayla sahnede görünce şaşmayacağız.

“Dünya değişiyor. Ben de… Düşüncelerim, müzik anlayışım gelişiyor” diyen sanatçıya kulak vereceğiz. “Dünyayı güzellik kurtaracak… Bir insanı sevmekle başlayacak her şey!” den… “özgürlük” şarkısına uzanan bir repertuar… Şarkılar hep sözcükleri kullanır. Hepimizin her an söylediği, duyduğu, yazdığı, okuduğu sözcükleri… Ancak bu sözcükleri yaşamıyorsak, yaşatmıyorsak, istediğimiz kadar yüksek sesle söyleyelim, bağıralım, yok gibidirler. Hiç olmamış gibi… Bana öyle geliyor ki Zülfü Livaneli’nin şarkılarında bu sözcükleri yaşatan müziğidir.

Zeynep Oral
Milliyet, Esintiler, 11 Kasım 1984

Sazın, sözün gücü

indir (4)Avrupa’nın bir kentinde bir büyük konser. Tam otuz bin kişi izliyor konseri. Nice unlu devrimci müzik sanatçısı birbiri ardına sahneye çıkıyor. Bu ünlülerin arasında kimler yok ki. İspanya’dan unlu Paco İbanez, Şili’den ünlü Quilapayun, Yunanistan’dan unlu Theodorakis. Son olarak sıra Türkiyeli bir sanatçıda. Kucağında ince uzun bir çalgıyla Zülfü Livaneli çıkıyor sahneye. Adına saz denen bu garip çalgıyı ilk kez orada görüyor konseri izleyenler. Zülfü Livaneli mikrofona sokuluyor, dokunuyor sazın tellerine. “On dört bin yıl gezdim pervanelikte” Bildiğimiz o müthiş “Haydar Haydar” türküsü bu. Otuz bin kişinin bu müziğe gösterdiği ilgi korkunç. Zülfü Livaneli yapayalnız değil artık. Sazının sözünün gücüne eklenen bu otuz bin izleyiciden gördüğü ilgiyle ikinci türküye geçiyor: “ Bize de Banaz’dan Pir Sultan derler” Zülfü Livaneli plağında, çok etkileyici, çok zengin sesler çıkaran bir sazın eşliğinde, o her zamanki yumuşacık sesiyle birbirinden güzel türküler soyluyordu. Yeni plağında daha da gelişmiş bir Livaneli var. Saz, dinleyince anlıyorsunuz, olağanüstü bir etkinlik, anlatılmaz bir gerilim bırakıyor insanda. Saz çok önemli Zülfü’de.

Erdal Öz

LİVANELİ BESTELERİ:

1. ADA
[Sayfa 11Sayfa 12]

2. ADI AŞK
[Sayfa 13 – Sayfa 14 – Sayfa 15]

3. ENSTRÜMANTAL
[Sayfa 16 – Sayfa 17]

4. AKDENİZ AKDENİZ
[Sayfa 18]

5. ANI
[Sayfa 19]

6. ARAFAT’TA BİR ÇOCUK
[Sayfa 20] [Sayfa 21]

7. ARHAVİLİ İSMAİL
[Sayfa 22] [Sayfa 23]

8. ASYA AFRİKA ŞARKISI
[Sayfa 24]

9. AŞKIN ELİNDEN
[Sayfa 25]

10. ATLI
[Sayfa 26]

11. ATLININ TÜRKÜSÜ
[Sayfa 27] [Sayfa 28] [Sayfa 29] [Sayfa 30]

12. BELALIM
[Sayfa 31] [Sayfa 32]

13. BİR KARANLIK BİR AYDINLIK
[Sayfa 33] [Sayfa 34]

14. BİZİM
[Sayfa 35] [Sayfa 36]

15. BÖYLEDİR BİZİM SEVDAMIZ
[Sayfa 37]

16. BU DAĞLARDA SESİM DURUR
[Sayfa 38] [Sayfa 39]

17. BULUT MU OLSAM
[Sayfa 40] [Sayfa 41] [Sayfa 42]

18. BÜYÜK İNSANLIK
[Sayfa 43] [Sayfa 44] [Sayfa 45] [Sayfa 46]

19. ÇIRAK ARANIYOR
[Sayfa 47]

20. ÇOK UZAK
[Sayfa 48] [Sayfa 49]

21. DAĞLARA KÜSTÜM
[Sayfa 50]

22. DOĞDUKLARI YERDE ÖLENLER
[Sayfa 51]

23. DURUP DURURKEN
[Sayfa 52]

24. DUVAR
[Sayfa 53]

25. DUVARLAR
[Sayfa 54] [Sayfa 55]

26. DÜŞE KALKA YOLLARDA
[Sayfa 56] [Sayfa 57]

27. ESKİ TÜFEK
[Sayfa 58] [Sayfa 59]

28. GELDİ GEÇTİ ÖMRÜM BENİM
[Sayfa 60]

29. GENÇ OLMAK
[Sayfa 61] [Sayfa 62]

30. GÖZLERİN
[Sayfa 63] [Sayfa 64]

31. GÜLDÜNYA
[Sayfa 65] [Sayfa 66]

32. GÜN OLUR
[Sayfa 67] [Sayfa 68]

33. GÜNEŞ TOPLA BENİM İÇİN
[Sayfa 69]

34. ENSTRÜMANTAL
[Sayfa 70]

35. HİTLER’E
[Sayfa 71]

36. HOŞÇAKAL KARDEŞİM DENİZ
[Sayfa 72] [Sayfa 73] [Sayfa 74]

37. HOŞGELDİN BEBEK
[Sayfa 75] [Sayfa 76] [Sayfa 77] [Sayfa 78]

38. İÇİMİZDEN BİRİ
[Sayfa 79] [Sayfa 80]

39. İSTANBUL’U DİNLİYORUM
[Sayfa 81] [Sayfa 82] [Sayfa 83]

40. JANUS
[Sayfa 84] [Sayfa 85] [Sayfa 86] [Sayfa 87] [Sayfa 88] [Sayfa 89] [Sayfa 90] [Sayfa 91] [Sayfa 92] [Sayfa 93] [Sayfa 94] [Sayfa 95] [Sayfa 96]

41. KAN ÇİÇEKLERİ
[Sayfa 97] [Sayfa 98] [Sayfa 99]

42. KARDEŞİN DUYMAZ
[Sayfa 100]

43. KARLI KAYIN ORMANI
[Sayfa 101] [Sayfa 102] [Sayfa 103]

44. KIRDA VURULANLARIN TÜRKÜSÜ
[Sayfa 104]

45. KIRLANGIÇ
[Sayfa 105] [Sayfa 106]

46. KISA HİKÂYELER
[Sayfa 107] [Sayfa 108] [Sayfa 109]

47. KIZ ÇOCUĞU
[Sayfa 110] [Sayfa 111]

48. KİRVEM
[Sayfa 112]

49. KUŞLARIN VURULDUĞU ZAMAN
[Sayfa 113]

50. LEYLİM LEY
[Sayfa 114]

51. MAYIN
[Sayfa 115]

52. MEKTUP
[Sayfa 116]

53. MEMETÇIK MEMET
[Sayfa 117] [Sayfa 118]

54. MEMIK OĞLAN
[Sayfa 119] [Sayfa 120]

55. MEMLEKET KOKULU YARIM
[Sayfa 121] [Sayfa 122] [Sayfa 123]

56. MERHABA
[Sayfa 124] [Sayfa 125]

57. NEFESİM NEFESİNE
[Sayfa 126] [Sayfa 127]

58. NERDESIN?
[Sayfa 128] [Sayfa 129]

59. NEYLERSİN
[Sayfa 130]

60. OMUZ OMUZA
[Sayfa 131] [Sayfa 132]

61. ÖZGÜRLÜK
[Sayfa 133] [Sayfa 134]

62. SAAT DORT YOKSUN
[Sayfa 135] [Sayfa 136] [Sayfa 137] [Sayfa 138] [Sayfa 139]

63. SELAM OLSUN
[Sayfa 140] [Sayfa 141]

64 SEVDA DEĞİL
[Sayfa 142] [Sayfa 143]

65. SEVDALI BAŞIM
[Sayfa 144] [Sayfa 145]

66 SEVDALIM HAYAT
[Sayfa 146] [Sayfa 147]

67. SOKAĞIN ASKERLERİ
[Sayfa 148]

68 SUS SÖYLEME
[Sayfa 149] [Sayfa 150] [Sayfa 151]

69. TAHT BİR YANA ŞAH BİR YANA
[Sayfa 152] [Sayfa 153] [Sayfa 154]

70. UMUDU KESME YURDUNDAN
[Sayfa 155]

71. VAPUR
[Sayfa 156]
[Sayfa 157]

72. YALNIZ İNSAN
[Sayfa 158]
[Sayfa 159]

73. YALNIZLIK
[Sayfa 160] [Sayfa 161]

74. YANGIN YERİ
[Sayfa 162] [Sayfa 163] [Sayfa 164]

75. YAŞAMAK
[Sayfa 165]

76. YIKICI BİR AŞK
[Sayfa 166] [Sayfa 167]

77. YİĞİDİM ASLANIM
[Sayfa 168]